YARI KALPLERİMİZ
“İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin
mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini
mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de
yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.”
(Bediüzzaman)
Evlilik,
insanlık tarihinin en eski müessesesidir. İlk kadın ve ilk erkekten beri,
aradan geçen bunca zaman kadın ve erkek arasındaki bu güçlü ve sırlı ilişkiyi
değiştiremedi.
Belki dönüştürmüş olabilir. Öyle ki; bizi insan yapan duygularımızı, ebna-i cinsimizle olan bağlarımızı unuttuk, kadın ve erkek arasındaki şiddetli ilişkiyi yalnız cinsel bir takım doyumlara münhasır zannettik; işte o zaman birlikteliklerimiz bize bir çift serçe kuşunun birlikteliğinde duydukları hazzı bile veremedi. Evliliğe inanmadık, evliliği küçümsedik, evlilikle alay ettik; ama sonunda evlilik kurumundaki mükemmel düzenin getirdiği saadetten mahrum kalmakla tokat yedik. Evliliğe fırsat verenlerimiz ise; evliliğin ne olduğunu tam anlayamadıkları için onu yavan buldular, ondaki hakiki güzelliği ve saadeti göremediler ve ondan yüz çevirdiler. Kadın ve erkek arasındaki bağı fark ettiğimiz andan itibaren arzuladıklarımız, beklediklerimiz, bunları elde etmek için ortaya koyduğumuz çabalarımız, sonunda evliliği tercih ediş veya etmeyişlerimiz, evlendikten sonra ise ona sahip çıkamayışlarımız bizi derinden derine sarstı.
Belki dönüştürmüş olabilir. Öyle ki; bizi insan yapan duygularımızı, ebna-i cinsimizle olan bağlarımızı unuttuk, kadın ve erkek arasındaki şiddetli ilişkiyi yalnız cinsel bir takım doyumlara münhasır zannettik; işte o zaman birlikteliklerimiz bize bir çift serçe kuşunun birlikteliğinde duydukları hazzı bile veremedi. Evliliğe inanmadık, evliliği küçümsedik, evlilikle alay ettik; ama sonunda evlilik kurumundaki mükemmel düzenin getirdiği saadetten mahrum kalmakla tokat yedik. Evliliğe fırsat verenlerimiz ise; evliliğin ne olduğunu tam anlayamadıkları için onu yavan buldular, ondaki hakiki güzelliği ve saadeti göremediler ve ondan yüz çevirdiler. Kadın ve erkek arasındaki bağı fark ettiğimiz andan itibaren arzuladıklarımız, beklediklerimiz, bunları elde etmek için ortaya koyduğumuz çabalarımız, sonunda evliliği tercih ediş veya etmeyişlerimiz, evlendikten sonra ise ona sahip çıkamayışlarımız bizi derinden derine sarstı.
Bugün, bu işin
vahametinin farkında olanların avaz avaz söylediği bir gerçek var ki; sadece
içinde yaşadığımız ülke için değil bütün insanlık için duygusal ve toplumsal
bir kıyametin habercisi olan istatistikler, ilişkilerimizdeki çözülmelerin ne
boyuta ulaştığını bize gösteriyor. Boşanma oranındaki artış, evlenme oranındaki
artıştan fazla. İlişkilerin bitmesinde sebep olarak aldatmayı gösterenlerin
sayısı da her geçen gün artıyor. “Şiddetli geçimsizlik” şeklinde deklare
edilen, eşlerin birbirine karşı sevgi ve saygılarını kaybetmeleri hali de
boşanmaların en yaygın gerekçeleri arasında. Aile içi ve dışı şiddet, taciz ve
tecavüz hikâyeleri tüyler ürpertiyor. Üstelik elimize geçen sayılar çoğunlukla
birbirine ‘resmi’ evlilik bağıyla bağlanmış olan kişilerin rapor ettikleri
deneyimlerini yansıtıyor. Dile ve dolayısıyla araştırmalara dökülemeyenler ne
kadar bilmiyoruz. Bir de flört gibi evlilik dışı ilişkilerde de bu tarz
sorunlar var ki onların üzerinde yapılan araştırmalar daha yeni ve yetersiz
olduğundan içyüzünü henüz açık etmiyor. Bunlardan herhangi biri sebebiyle
sonlanan birliktelikleri duymaya o kadar alıştı ki kulaklarımız; daha
evlenmeden önce, “Ne olacak, yürümezse boşanırız.” diyebilecek kadar basit
görüyoruz bu meseleyi. Yaşanan ayrılıklar, ayrılık vuku bulmasa da yaşanan
mutsuzluklar, belki de aynı evde aynı hayatı paylaşırken yabancılıklar; insanda
ne kapanmaz bir yara, ne büyük bir kalp kırıklığı yaşatır, tahmin edelim. Böyle
bir ortamda insanın ve toplumun selameti için atılan hangi adım, koyulan hangi
düzen, elde edilen hangi bilimsel-teknolojik gelişme bize fayda verir? Mesela
çocuğumuz gelişimi için çağın getirdiği en ileri fırsatları mükemmel derecede
sunuyor da olsak; bunlar ona aile ortamında bulamadığı huzuru temin edebilir
mi?
İşte bu yüzden
ilişkilerimizi, en önemlisi de evliliklerimizi (evliliğe giden yol ve
evlendikten sonra paylaşılan bir ömür birlikte olarak) tamir etmediğimiz
sürece; duygusal yıpranmışlıklarımız şu anda bile göndere çekilmiş olan
mutsuzluk bayrağını dalgalandıracak korkusundayım. Biliyorum, bunlar çok defa
gördüğümüz, duyduğumuz hatta belki de hissettiğimiz ve artık düşünmekten
yorulduğumuz gerçekler. Ancak bu durumun sadece farkında olmak ne yazık ki bizi
kurtarmıyor. Hala bunun derdiyle dertlenebiliyorsak; evlilikten hakkını almış,
çift olmanın hakiki mutluluğuna ulaşmış örnekleri arayıp bulmak ve bunun
sırlarını öğrenmek için bir şeyler yapma şansımız var demektir. Sadece
evlilikte baş gösteren sıkıntıları bulup çözmek yeterli değil. Sağlam bir
“Evlilik Okulu” projesini artık hayata geçirme zamanı gelmedi mi? Herkes için
doğru yerde, doğru zamanda, doğru ölçüde, doğru kişiyle, doğru beklentilerle ve
doğru dinamiklerle başlayan ve devam eden bir ilişkiyi adım adım izlemek, doğru
kaynaklarla beslemek; bu okulun temel müfredatı olsun. Mutsuz olmadan mutlu
olmanın yolunu öğrenebiliriz. Hayal zannetmeyelim! “Kavgalar, sıkıntılar
evliliğin tuzu biberi.” doğrudur. Ancak unutulmaması gereken şey ‘tuz’ ve
‘biber’i yemeğe lezzet vermesi için katıyor oluşumuzdur. Zaten öyleyse bunlar
mutsuzluk değil, aksine mutluluk ve doyuma katkı sağlayan faktörler olur. Bu
derin yaranın tedavisi için büyük adımlar atmayı, büyük çabalar sarf etmeyi,
öncelikle kendi nefsimizin, sonra da insan olmanın üzerimizdeki bir hakkı
olarak görmeliyiz. Aksi halde öbür yarısını bulamamış
veya bulup da kaybetmiş kalplerimizden gelen feryatlar insana layık bir şekilde
yaşamayı bize imkânsız hale getirir.
Yorumlar
Yorum Gönder