Okur musun?
Stres
kelimesi; ilk olarak fizik alanında kullanılmış. Thomas Young, stres
kelimesini, maddenin içindeki bir güç ve direnç olarak tanımlamış. Ona göre,
bir madde dışarıdan bir kuvvete maruz kaldığında elastikiyeti nispetinde eğilip
bükülerek uyum sağlamaya çalışır. Eğer bu dış güç, iç dirençten büyük ise
maddede niceliksel bir değişime (kırılma gibi), çok çok daha büyük ise de
niteliksel bir değişime sebep olur. Daha sonraları psikolojik bir kavram olarak
stres, olağan üstü bir durum, talep veya sınırlama karşısında bireyin yaşadığı
gerilim olarak açıklanmış. Daha başka bir tanımlamaya göre ise; stres, herhangi
bir tehlike durumunda bireyin kendini muhafaza etmesi için bedeni uyaran
hormonsal bir tepkidir: “Savaş ya da
kaç!” Günlük hayatta kullandığımız anlamıyla ise, kişinin mutluluğuna ve iç
huzuruna etki eden her türlü olay karşısında hissedilen hâlet-i ruhiyenin
adıdır stres. (“Çok stres oldum!”)
Stresin burada
zikredilen ve zikredilmemiş olan bütün tanımlarını göz önünde
bulundurduğumuzda, iki hususiyet ön plana çıkmaktadır. Bunların birincisi,
stres hâlinin ortaya çıkması için dış bir faktörün bulunduğu; diğeri ise bu
hâletin organizmayı bütün yönleriyle etkileyen bir konumda olduğudur.
Bize göre;
“İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibariyle mevcudatın hemen ekserîsiyle
alâkadardır. “(Nursî, 2012) diyerek, bu konuda en güzel açıklamayı Kur’ânî bir
pencereden Bediüzzaman getirmiştir. Madem stres denilen hâlet ortaya çıkmak
için dışarıdan bir müdahaleyi gerektiriyor, çevresiyle ve çevresindeki her bir
şey ile bağ ve ilişki kurma özelliğinin bir sonucu olarak insanoğlu stresi de
yaşıyor, diyebiliriz. Bir diğer ifadeyle; insan, bütün kâinatla alakadar
olmasının bir gereği olarak, bazı durum ve olaylar karşısında, direnç
göster(ebil)diği ölçüde hayatının bütününü etkileyen bir hâlet-i ruhiyeye
giriftar olur. (Dediğimiz gibi bazen bu etki değişim şeklinde de olabiliyor.)
Bu etkilerin olumlu mu olumsuz mu olduğu, hangi durumda olumlu hangi durumda
olumsuz olduğu veya neye göre olumlu neye göre olumsuz olduğu tartışılmaya
ihtiyaç olan bir konu. Böyle olduğu hâlde; stresle ilgili öncelikle ve
çoğunlukla karşımıza çıkan; stresin sebepleri, belirtileri, etkileri ve onunla
başa çıkma yolları hakkında yapılan araştırmalar. Bu nedenle bu konularda çoğu
insanın genel bir malumatı olduğunu varsayarak, bu yazıda stresin kendisine
dair bir okuma yapmaya çalışacağız.
Öncelikle
geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz asrın en önemli âlimi olan Bediüzzaman ve
eserlerinde bakacağız. Öyle ya, asrın imamı, asrın hastalığı olarak(pek yanlış
bir genellemeyle) isimlendirilen stres hakkında nasıl bir bakış açısı sunmuş?
Kendisi bu hâli yaşamış mı? Yaşadıysa nasıl bir tavır sergilemiş?
İhtiyarlar
Risalesi diye adlandırdığı bir eserinin bir bölümünde, Hz. Bediüzzaman, Rus
esareti dönüşünde uğradığı İstanbul ve oradaki hareketli hayatından sonra vatan
hasretiyle gittiği Van’da, bütün eski dostlarının vefatı ve eskiden ünsiyet
ettiği yerlerin harabiyeti karşısında yaşadığı üzüntü ve kederi anlatıyor.
“…hem ruhum, hem kalbim gözüme yardım edip ağladılar.” ifadeleriyle o anki
hüznünden bahseder. Daha sonra Kur’ân’ın bir ayetinin imdadına yetişmesiyle,
Mâlik-i Hâkiki’nin Allah olduğunu veO’nun rahmetine istinad edip O’na
bağlandığında, hadsiz acılarına bir yardım bulacağı hakikatini hatırlayarak
müthiş bir sürur duyar. Hiçbir şey tesadüfi olmadığı gibi, elbette bu yaşanılan
hâl de alelade yaşanmış, olmuş bitmiş bir şey değildir Said Nursi Hz.leri için.
Şimdi Bediüzzaman’ın bu kısa ama pek derin tecrübesini nasıl anlamlandırdığını
okumaya devam edelim.
Diyor ki
Bediüzzaman; “Nasılki bir demir ateşe sokulur; tâ yumuşasın, güzel ve
menfaatdar bir şekil verilsin. Öyle de o hüzün-engiz halet ve o dehşetli
vaziyet ateş oldu, nefsimi yumuşattı. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, mezkûr âyetin
hakikatıyla, hakaik-i imaniyenin feyzini tam ona gösterdi, kabul ettirdi.”
Evet, insana verilen her an çok kıymetli. Ve o anları zenginleştiren her bir
hissiyat… Kâinat ve içindeki her bir
mahlûk bir mektup olduğu gibi, en manidar mektup olan insanın enfüsî âleminde
cereyan eden her hadise dahi çok ehemmiyetli manalar ifade ediyor. O mektubu
heyecanla açıp okumak, anlamaya çalışmak lazım gelirken; gayesiz ve tesadüfi
bir şekilde önümüze gelmiş, bir dolu sebepler silsilesi neticesinde vücut
bulmuş tevehhüm etmek ne büyük bedbahtlık…
Bediüzzaman’ın
baktığı noktadan bakınca; stres hem hastalık, hem de kötü ve çirkin olmaktan
çıkıyor. Zaten ona göre, günah, sefahet, bid’at ve dalaletten başka nâhoş
hiçbir şey yoktur. Stres denilen hâl ancak bir mektuptur ki, okunduğu takdirde
insanı âlâyı-ı illiyyine çıkarmaya vesile olur, okunamazsa dünyevi ve uhrevi
saadetin selbini netice verir. (Doğru veya yanlış okuma diye bir şey yok,
yanlış okunmuşsa zaten okunamamış demektir. )
Başımıza gelen
herhangi bir hadise, sözgelimi bu yazının yazıldığı esnada, uzun mesai ve
enerji sarfı sonrasında bilgisayarın bir anda kapanması ve yazının tamamının
silinmesi, literatürdeki herhangi bir tanımlamaya göre kesinlikle stres doğuran
bir faktördür. Her şey güzel güzel ilerlerken; beklenmedik bir şekilde yaşanan
bu hadise insanın bir ölçüde, önce teslim ve metanet, sonrasında sabır ve
tevekkül dirençlerine hariçten uygulanan bir baskı unsuru olduğu ve bu baskının
meydana getirdiği sıkıntı ve gerilimin, etki ve değişikliklerin mevcut
bulunduğu itibariyle stres denilen şeyin ortaya çıkması beklenir ve çıkar da.
İnsan üzülür, sıkılır, hatta belki de çöker, acı ve elem çeker. Ama
okuyabilirse eğer arkasındaki manaları bu ruh halinin; o zaman hepsi geçer,
rahatlar, mutlu olur, her şey güzelleşir, daha da sizi etkilemez…
demeyeceğim! Ama sıkıntı binden bire
iner, üzüntü neş’eye döner (ki, neş’e bir manasıyla yeniden olan şey demektir )
ve ilerideki daha büyük stres sebebi olan hadiselere dayanak olacak derecede
insanı değiştiren bir etkiye sahip olur.
Evet,
Bediüzzaman’ın tarifiyle ilk olarak yaşanılan durum ya da durumlar insanı bir
ateşe sokar; yani sabır, teslimiyet, metanet zembereğini zorlar. Bu aşamada kişi, bu sıkıntıların hakikatte
sebeplerin arka arkaya gelmesiyle olmadığını, asıl harekete geçirici kuvvetin
Cenab-ı Hak tarafından uygulanıyor olduğunu ve ancak onun izni ve müsaadesiyle
sebeplerin böyle teşekkül ettiğini görmekle durum tesbiti yapabilir. Daha
sonrasında yaşadığı hâletin onda ne gibi etkiler, değişimler, başkalaşmalar
meydana getirdiğini ya da getireceğini anlamaya çalışarak mütalaasını
derinleştirebilir. Mesela muhteşem bir enfüsi tefekkürün neticesinde geldiği
noktada, Bediüzzaman, bu hadisenin akabinde edindiklerini şu ifadelerle
anlatmış. “O hadsiz arzulara karşı iman-ı bil'âhiretten gelen nur ile öyle bir
nokta-i istimdad verdi ki; değil küçücük ve muvakkat, kısa, dünyevî ahbablara
karşı arzu ve rabıtalarıma, belki ebed-ül âbâdda, âlem-i bekada, saadet-i
ebediyede hadsiz uzun arzularıma kâfi gelebilir bir nokta-i istimdad verdi.“
Tabi bu hadise
yaşanmadan da Cenab-ı Hak bu neticeyi insana verebilir. Yaşanmasının
arkasındaki en birinci sebep O’nun Güzel İsimleridir. Esma-i Hüsna’danKâbıd ve Bâsıd isimlerinin tecelli ettiği bir yer olarak da stres
hâli, ayrı bir manayı daha barındırır. Her ismin farklı mertebelerde
tecellileri olduğu gibi bu isimlerin tecellileri de çok çeşitli derecelerde
oluyor. Elbette sadece başa gelen günlük küçük hadiselerle değil, büyük
kayıplar ve ayrılıklar vesilesiyle de Cenab-ı Hak bu hâli insana yaşatabilir,
onu esmasının farklı mertebelerde tecellisine mazhar kılabilir. Burada da
düşünmemiz gereken herkesin kabiliyeti ve ihtiyacına göre bir imtihanda
bulunduğu ve neticesinin de o nispette farklılık gösterecek olduğudur. Ama
sonuçta stresin fonksiyonu yine aynıdır.
Her konuda
olduğu gibi stres konusunda da sahip olduğumuz belli başlı mitler var. Maalesef
bunlar stresin hakikatinin anlaşılmasına engel teşkil ediyor. Bunlardan biri:
“Müslüman stres yaşamaz. O her şeye sabır ve tevekkülle bakar ve hiçbir şeye
canını sıkmaz çünkü her şeyin fani olduğunu bilir.” Bu ifadelerin manasında
esasen hiçbir yanlışlık yoktur. Ancak gayet insanî, üstelik Allah’ın isminin
bir tecellisi olarak yaşattığı bir duyguyu kabul etmemek, insanı istemeden pek
çok olumsuz duyguya iter. Böyle bir şey hissettiği için utanma, imanını
sorgulama, kuvve-i maneviyesini kırarak karamsarlık ve ümitsizliğe düşme bu
durumda ilk ortaya çıkacak hissiyatlardır. Görüldüğü gibi stresin kendisi olumsuz
bir etki oluşturmuyor. Stres tıpkı musibetler, hastalıklar gibi bir memur-u
İlahidir, nötrdür. Onu iyi veya kötüye çeviren bizim fehimimiz, bakış
açımızdır.
Oysaki çok iyi
biliyoruz bütün ehl-i imana imam olan Resul-i Ekrem (asm) ın evladının vefatı karşısında
mahzun olup, “Şüphesiz göz yaşarır, kalp hüzünlenir; biz ancak Rabbimizi hoşnut
edecek olanı söyleriz. İbrahim! Senden ayrıldığımıza üzgünüz.” dediğini…
Hangimiz Cenab-ı Hakk’a Habibullah’tan daha yakın, ondan daha güzel iman etmiş,
O’ndan gelene ondan daha güzel razı olmuşuz ki, onun kabul ettiğini inkâr
ediyoruz veya etmeye çalışıyoruz?
İşte stresin
içinde bu ve bunun gibi daha çok manalar var. Okuyabildiğimiz kadarını biz
zikrettik, diğerleri de bunlara kıyas edilsin. Bu manalar okunmaya başladığında,
stresin etkilerini de stres yönetimini de düşünmeye ihtiyaç kalmayacak, ya da
bu bilgiler de sağlam bir temele dayandırılmış olacaktır. Çünkü mahiyeti
anlaşılamamış bir şeyle ne kadar mücadele edilirse edilsin fayda vermez. Hem
insan-ı kâmil olma yolundaki önemli fırsatları tersine çevirmiş, hem de iki
dünyamızın saadetini ortadan kaldırarak nefsimize zulmetmiş oluruz.
Yorumlar
Yorum Gönder